Welcome to Our Website

Vakanüvis yazdı: Bayramların ‘Osmanlı hali’

Özel İçerik

Daha nicelerine erişmemiz niyazıyla mübarek Ramazan’ı sonlandırıp, bayrama kavuştuk.

Hemen her Ramazan’da, iftar sonralarının vazgeçilmez sohbet konusu olan “Nerede o eski Ramazanlar” geride kalırken, şimdi de bayram ziyaretlerinde, eski bayramlarla bugünküleri kıyaslamalardan konu açılacak bolca.

O halde, bayram ortamlarında işe yarayabilecek küçük bir derlemeye buyrun…

Ramazan, Büyük Bayram, Kurban Küçük Bayram’dı

Kaşgarlı Mahmut, Kitâbu Dîvâni Lugâti’t-Türk’te, “bayram” kelimesinin halk arasında gülme ve sevinme anlamında kullanıldığını, bu kelimenin Farslarda da görüldüğünü, Oğuzlar tarafından ise “beyrem” şeklinde telaffuz edildiği bilgisine yer vermişti.

Arapçada aynı anlamda kullanılan kelime ise “ıyd”di. Bu kelimenin, “geri dönen, tekrarlanan, âdet haline gelen” gibi anlamları vardı.

Ramazan, “İydu’l-Fıtr”, Kurban “İydu’l-Adha” olarak anılmaktaydı. Müslümanlar, Hicri 2’nci (Miladî 750’ler) asırdan itibaren bu bayramları kutlamaya başlamışlardı. Osmanlılarda ise Ramazan Bayramı’na “Büyük Bayram”, Kurban Bayramı’na “Küçük Bayram” denilmekteydi.

Bu arada, dilci Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkî’de, İslam toplumlarında Cuma günlerinin de bayramdan sayıldığını ifade etmişti.

Tarih boyunca diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da Ramazan ve Kurban bayramlarına büyük önem verilmekteydi.

Bu iki bayram da gerek toplum nezdinde, gerekse devlet katında yerleşmiş âdet ve merasimlerle kutlanmaktaydı. Osmanlı’da da Ramazan bayramı hazırlıkları günler öncesinde başlar, Kadir Gecesi’yle birlikte yoğunlaşır, bayrama bu coşkuyla girilirdi.

Beyazıt Yangın Kulesi’nde verilen iftarlar

Ramazan’ın başından itibaren zaten verilmeye başlanan iftar davetleri, bayram yaklaştığında iyice hız kazanırdı. II. Abdülhamid döneminde, Yıldız Sarayı’na gelip iftar etmeyen devlet görevlisi neredeyse yoktu.

Ayrıca sarayın hemen her dairesinde kurulan iftar sofraları o derece kalabalık olurdu ki bazen davetliler oturacak yer bulamazlardı. Sultan Abdülhamid Han, İstanbul ile Saray’ın güvenliğinden sorumlu askerlere de iftar verirdi.

Bütün bu davetlerde misafirlere atiye (hediye) verilir, askerlere ise birer maaş ikramiye takdir edilirdi. Devlet yetkililerinden bazıları için ise Beyazıt Kulesi’ndeki iftarların ayrı bir önemi vardı.

Kulenin tepesine çıkmak zahmetli olsa da buradan görülen manzaranın cazibesinden dolayı ileri yaşlı kimi yöneticiler bile kulede iftar organizasyonu için özel bir çaba sergilerdi. Camilerdeki kandil ve mahyaların kuleden seyri bir ayrıcalıktı.

İstanbul’da trafik kitlenirdi

Bayrama bir hafta kala, ikindi namazı sonrası başlayıp iftardan sonra da devam eden kimi caddelerdeki “piyasa”lardan dolayı trafik kitlenirdi. Özellikle varlıklı kesimler arasında yaygınlaşan kupa arabalar ile Beyazıt ve çevresinde yoğun bir kalabalık oluşurdu.

Konak arabaları, bugünün “tampon tampona” gidişlerini andırır bir biçimde Şehzade Camii istikâmetinde peş peşe olurlar, iftardan sonra bölgede yaya trafiği de artar, yoğunluktan dolayı arabalar sık sık ilerleyemez hale gelirdi.

Bu aya özel kurulan Ramazan Sergileri büyük ilgi görürdü. Eyüp Sultan, Sultanahmet, Fatih, Süleymaniye, Ayasofya gibi selatin camilerin avlu ve çevresinde açılan sergilerde kitap, tespih, tütün gibi çok farklı eşyalar ziyaretçiler sunulup, satılmaktaydı. Ayrıca, Sergi-i Osmanî adıyla Anadolu, Rumeli, Arabistan, Irak ve Trablusgarb vilayetlerinden devlet desteğiyle el işleri ve sanat eserleri getirilerek sergilenirdi.

Kadir Gecesi’nden itibaren ise Beyazıt Camiindeki seçkin hafızlarca gerçekleştirilen “Hünkâr Mukabelesi” okumaları büyük kalabalıklarca dinlenir, meşhur âlimler de vauz-u nasihat ile halkı irşad ederlerdi. Bayrama birkaç gün kala devlet erkânı da bu sergileri gezerdi.

II. Abdülhamid, birçok defa buraları dolaşmış, tezgâhlardan ürünler satın almıştı. Bütün bu etkinliklerin yer aldığı Ramazan sergileriyle camiler birer çekim merkezine dönüşüyordu.

Kadir Alayı’nın izlenmesi için tribünler

Ramazan ayına veda edişin sembolü olan Kadir Gecesi’nde, Padişah’ın da katıldığı “Kadir Alayı” düzenlenirdi. Alayın geçeceği güzergâhtaki yollar tamir edilir; fenerler, kandiller ve meşalelerle aydınlatılırdı. Bu taklar bayram sonuna kadar kalır, geceleri aydınlatma devam ederdi.

Ayrıca yol üzerindeki binalar elden geçirilip boyanır, halkın alayı rahatça seyretmesi için yol üzerinde uygun yerlere kat kat oturma alanları yapılırdı. Hava durumu uygunsa alaya gemi, taka ve sandallar katılarak, denizden de geçiş gerçekleştirilirdi. Kadir Alayı’nın seyri için yabancı ülkelerin elçilerine de yer ayrılırdı.

Bayramı haber verene ödül

Ramazan ayının son bir iki günündeki bir başka telaş ise genellikle imam ve hafızların gündeminde oluyordu. Buna göre, “hilali gözleyip” Ramazan’ın sona erdiğini belirlemek için cami görevlileri arasında tatlı bir yarış yaşanırdı. İdare; bayramın ne zaman başladığının tespitine büyük önem verir, bu gözlemi yapanlar da ilk olarak verebilmek için çaba gösterirlerdi.

Şehirde hilalin daha net görülebileceği yerler arasında Beyazıt yangın kulesi, Süleymaniye, Fatih, Cerrahpaşa, Sultan Selim ve Edirne Kapısı Camii minareleri yer alıyordu. Buna göre, hilali görenler yanlarında şahitleri de olduğu halde hemen İstanbul Kadısı’nın huzuruna gider, Kadı da durumu tespit ve tescil edip, halka ilan için görevlilere talimat verirdi. Haberi getirene bahşiş takdir edilirdi.

Anadolu’da da durum aynıydı. Mesela, Rumî 1321 (M. 1905) senesi Ramazan bayramının zamanıyla ilgili olarak, Çorum Kadılığı kayıtlarında, “Kanûnunuevvel-i (Aralık) Rûmî’nin sekizinci gününe müsâdif (tesadüf eden) Pazarertesi günü Iyd-i Fıtr-ı Şerîf (Ramazan Bayramı) olarak tespit ve tescil edilmiştir.” ibaresi yer almaktaydı.

Ramazan ayının manevî esintisinden yararlanmak için gösterilen gayretler bayram arifesi akşamına kadar devam ederdi. Devlet erkânının Kur’an-ı Kerim tefsiri takip ettiği Huzur Dersleri, Ramazan ayının başlangıcından bir gece önce, arife gecesi başlar, bayram arifesinde sona ererdi.

Topkapı Sarayı’nın Sarık Odası, Ağa Bahçesi, Sofa ve Divanhane ile Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu ve Sepetçiler Kasrı gibi mekânlarda verilen bu derslerde padişah da dahil herkes, yerde minderlerde oturarak hocayı dinlerdi.

Dersler genellikle Beyzâvî’nin (v.1286) “Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl” (Kadı Tefsiri) adlı tefsiri esas alınarak yapılırdı. Osmanlı mülkündeki her sosyal tabakadan insanlar da benzer şekilde ibadete yoğunlaşır, tefsir ve hadis okumalarını takip ederlerdi.

Bayram yaklaşırken toplumsal dayanışma tavan yapardı

Ramazan ayının dayanışmayı, yardımlaşmayı teşvik eden atmosferi, toplumu ve devleti çepeçevre sarardı. Bayram yaklaştığında devlet yetkilileri, görevlilere birçok vesileyle maddi destekte bulunurdu.

Halkın da varlıklı kesimleri, zaten hemen her zaman durumlarını yakından takip ettikleri evin çalışanları ile dar gelirli komşu aileleri Ramazan Bayramı vesilesiyle daha da yakın bir takibe alırdı. Zengin konaklarının her ferdine bayram için kıymetli elbiseler diktirilirdi.

Konak çalışanlarına elbiseler ya da elbiselik kumaşlar bohçalanarak hazırlanır, çocuklar için de bayramlık giysiler alınırdı. Arife gecesi bütün kıyafetler diktirilmiş olarak hazır hale getirilirdi.

Çocuklar oyuncaklara binebilsin diye kurulan vakıflar

Zengin, fakir fark etmeksizin bütün evlerde hummalı bir bayram temizliği olurdu. Evler, bahçeler temizlenir, bazen boya, badana işleri de Ramazan ayının son günlerinde yapılırdı. Bayramlaşmaya gelecek kişiler için ikramlar hazırlamak üzere bayram alıverişi yapılırdı. Yine, bayram hediyelikleri alınır, harçlıklar keselere konur, bekçiye, davulcuya bayramda verilecek olan bohçalar hazırlanırdı.

Çocuklar yeni kıyafetleri için sabırsızlanır, arife gününden giymek isterlerdi. Yeni kıyafetleriyle sokaklara çıkan çocuklara “Arife Çiçeği” denirdi. Bazı hayırseverler, bayram eğlence alanlarında fakir çocukların mahzun olmaması için ücretleri ödeyecek vakıflar kurmuşlardı.

Bu vakfın görevlisi, bayram alanına gelir, parası olmayan çocukların oyuncaklara binme ücretlerini öderdi. Bazen de birkaç oyuncağın gün boyu saatleri satın alınır, bütün çocukların gönüllerince eğlenmeleri sağlanırdı.

Yoldan geçenlerin üzerine gülsuyu püskürtülürdü

Osmanlı toplumunun dini bayramlarda yaşadığı bu coşku, yabancıların dikkâtini çekmekteydi. Onaltıncı yüzyılda yaşamış Alman rahip ve seyyah Salomon Schweigger, “Sultanlar Kentine Yolculuk” isimli seyahatnamesinde, denk geldiği bayramlarla ilgili şunları yazmıştı:

“Osmanlılarda bayram adı verilen yortular yılda iki kez kutlanır. Birincisine Büyük Bayram, ikincisine Küçük Bayram derler. İkincisi, birincisinden iki ay sonra kutlanır. İnsanlar sokakta birbirlerine rastladıklarında ‘bayramlık’ diye selam verirler. Yeniçeri ve Acemioğlanlar, ellerinde berber dükkânlarında kullanılan gül suyu dolu cam şişelerle sokakları dolaşır ve gelene geçene bundan püskürtürler. Bazıları da gül suyu yerine güzel kokulu bir çiçek sunar.”

– Fadime Aşık, “Osmanlı İstanbul’unda Ramazan Kültürü ve Ramazan Sofraları”, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019

– Doç. Dr. Zekeriya Işık, “Osmanlı Toplumunda Sufîlerin Ramazan Bayramı Âdet ve Gelenekleri”, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Ağustos 2022

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir